28 Aralık 2008 Pazar

Sunshine


Ağabeyimin film zevkine güvenirim, bana bulaştırdığı iyi bir görsel unsur beğenisi vardır, bana en sağlam abilik (ağabey yazamıcan her seferinde, başlarım imlasına) yaptığı konulardan biri de budur zaten; evde cayır cayır kotasız internet veri akışından, divxplanet linki ve eMule evliliği sayesinde indirdiğim filmlerden faydalanmak için arada 5-10 filmlik listeler eve gelir ya da e-mail atar, ben de zevkine güvendiğim için genelde indirirm bunları, gerçi %20'lik bir hata payı ile küçücük memeli çirkin ve zayıf kadınların göründüğü, fela fellir (şu an uydurdum, panik yok) gibi sigara içilen eski apartmanlarda geçen s.kimsonik bağımsız Avrupa filmleri çıkabilse de, genel durum itibariyle mümkün mertebe güzel filmler çıkmaktadır.

İşte bu filmlerden birisi de Sunshine...

Anladığım kadarıyla kendi ekibiyle çalışan kaliteli yönetmenlerden olan Danny Boyle, daha önce Shallow Grave, Trainspotting, The Beach ve 28 Days Later'ı çekmiş ve beğeni kazanmıştı. Kendi ekibi dedik çünkü senaristi, yapımcısı ve müzikleri (ki John Murphy'i soundtrack konusunda çoğu kişi bilmektedir artık) çoğunlukla aynı isimler...

Neyse çok geçmeden filme geçeyim, geçenlerde bir gece oturup izledim ve tek kelime ile hayran kaldım, izlediğim en harika bilim-kurgu filmi olan Event Horizon'ı çok anımsattı bu film, çünkü içinde bol bol 'deep space' ve tanrı-insan, mantık-inanç arasında gidip gelen bir senaryo barındırmakta.

Filmin konusu 2030'lu yıllarda güneşin gücü yavaş yavaş azalmakta ve dünya, buzul çağına yeniden geri dönmektedir (sanki bir önceki gördük, mınakii). Bunun üzerine dünyadaki tüm nükleer madenlerin tamamı kullanılarak yapılan ve teoride güneşi tekrar canlandırabilecek tazyikte olan bir atom bombasıyla güneşe doğru yola çıkan 8 astronot-bilim adamının hikayesini anlatmakta. Müzikler, görüntüler, mekanlar, setler, kostümler (uzay kıyafetinden bulsam 7/24 giyerim Allah'ıma), en önemlisi içinde barındırdığı fikirler ve teknolojik ayrıntıların gerçekçiliği hiç de olmayacak bir olaymış gibi göstermiyor, inandırıcılık katıyor, filmlerdeki dünyanın sonu saçmalığından sıyırıp her karakterin kendileriyle ve birbirleriyle etkileşimini yansıtıyor, bitince ağzınızda tat bırakıyor.

Oyuncu kadrosu da çok sağlam, hiç gerçek isimlerini kullanıp artizlik yapmıcam, direk giriyorum; 28 Days Later'da başroldeki ve yeni Batman serisinde milleti gazla korkutan mavi badem gözlü çocuk, 28 Weeks Later'daki güzel bayan asker, Last Samurai'deki sinirli ve sayko samuray, Kaplan ve Ejderya'daki aşmış olgunluktaki orta yaşlı abla (biraz kilo alıp, Sezen Aksu'ya Sezen dese tam olacak), Fantastik Dörtlü'deki yanan ve uçan ibiş ki herifi bu filmle çok tuttum... Zaten 8 astronot var, filmde de 9 oyuncu var, hehehehe...

İndirip izlemiceniz adiler, biliyorum ama gene de çok tavsiye ediyorum; bari birkaç kendi aldığım screenshot koyayım da, belki etkilenirsiniz falan...



hidden track: ''sevin onu, okşayın, çiçek alın, kadınlar çiçektir çünkü, şımartın, şımarırsa vurun ağzına...''

23 Aralık 2008 Salı

Isildur'un varisi, Ümit Karan idrisi!

Hastası olduğum Dexter dizisi hakkında pek bişi söylemicem lakin çevremdekiler nedense pek izlemiyor bu diziyi, ben de anlamadım hangi diziyi beğensem kimse izlemiyor ya da uğraşmıyor izlemekle, bi Deniz ve Sege var sağlam dizi takipçisi ama onlar da ya sitcom tadındaki How Ahmet Your Mother, Two and a Half men ya da homo gibi OC veya Gossip Girl izliyorlar, Dexter izlemiyorlar...

Neyse uzun lafın kısası ilk iki sezonun bombastikliğini 3. sezonda da devam ettiriyo bu dizi... 3. sezondaki kötü adam diyemeyeceğimiz ama puşt mertebesindeki karakterlerden biri olan Ramon Prado çok nazarımı çekiyor lakin adam direk Gassaray'lı Ümit Karan'ın dazlak hali; buyrun, dizi esnasından benim aldığım nacizane screenshotlardan birkaçını göstereyim de siz de bana katılın;

20 Aralık 2008 Cumartesi

Noyan taklidi vol.1

''aşk önemlidir'' demiş şair, gerçekten önemlidir ona sahip olmak, elinde tutabilmek, değerini bilmek... tabii şairin dedikleriyle kalmak yetersiz, ona sahip çıkabilmek için yapılacakların listesi sonsuza kadar gider...

ona çiçek alın, ona onu sevdiğinizi söyleyin, ona değer verdiğinizi kelimelerle olmasa da davranışlarınızla belli edin, unutmayın ki düşündüklerimiz değil yaptıklarımız önemlidir, sevin onu, saçını felan okşayın, yemeğe götürün, karnını doyurun, fakirdir belki, pahalı hediyeler alın, fiyat küpürlerini sökmeyi unutmuş gibi yapın ama hayvan gibi belli olsun fiyatı, sonra 'yok yeeaa o kadar da pahalı değil aslında' ayağı yapın, çiçek alın, ha bunu söyledim mi, tamam, dükkandan alın çiçeği, çingenelerden almayın belli oluyor içinden köküne kadar içilmiş Maltepe izmariti çıkınca, arkadaşlarınızla tanıştırın, onun arkadaşlarıyla tanışın; kendi arkadaşlarınızın olduğu ortamda ağır davranın, arkadaşlarınızı s.klemiyormuş gibi yapın, kısa cevaplar verin, masaj yapın ona, çok masaj biliyormuş gibi yapmayın, finalde yere yatırıp sırtını çiğneyeceksiniz çünkü, kulunçun ne olduğunu biliyormuş gibi yapmayın, bunu kimse bilmez çünkü, yeri geldi mi laf sokun, aşkınıza çaktırmadan kaş göz yapıp 'şaka yapıyom be babuş' diye mutlak dayaktan sakının!


onun arkadaşlarının ortamındayken daha da ağır takılın, sizi merak etsinler, gecenin ilerleyen saatlerinde aldığınız alkol tazyiğinden sakının, 'hezehere hizehere' diye şebermeyin, enseye tokat g.te parmak olmayın, şair buna 'don't be laubali, be happy' der, haklılığından emin olun, beni dinleyin, adam olun, s.kerim terekenizi, arkadaşlarının sizi facebook'a eklemesini bekleyin, eklemezlerse eklemeyin, ağır takılın, tırstığınız abisi varsa çaktırmayın ama temelde tırsın, sizi kıstırırsa mınıza koyabilir, aşkınıza sahip çıkın sevin, haa bunları da mı söyledim, pardon, arada sahip çıktığınızı belli etmek için haşin davranın, güçlü olduğunuzu ona unutturmayın, şımarmasın, şebeklik yapmasın, unutmayın komik olaydan sonra yaşlı amcalar gibi kolunuza girip 'ne vukuattı be şerefsizim' diye takılan bir aşk istemeyiz (biz), kaba kuvvet olayını hafiften ağıra doğru takip edin, okşayın onu, masaj yapın, efendice öpün, kabaya dönelim biz en iyisi, önce şaka yollu yapın, mesela kalabalıkta yürürken arka ayağınızla çelme takın, düşmezse yeniden yapın, düşünce aşkınızın sakarlığıyla dalga geçmeyin, ona daha da aşık olmuş gibi ayak yapın, tatlı sakarlıklar aşkınızın tazyiğini banyodaki depo musluğu (kırmızı) seviyesinden şehir şebeke suyuna (mavi) çıkartacaktır, dinliyonuz de mi, ha, yanlış olmasın, boşa konuşmuyoz burada, eşek osurmuyo burada tabirini de kullanmayın, ayıp, aşkınız tiksinebilir, fallen angel ayağına yatın, ezikmiş gibi, büzükmüş gibi davranın, hislendirin onu, kendinden bişiler bulsun o da, sitelere mitelere üye olursanız profile hep bu ayarda resimler koyun, halı sahada pipisine top gelmiş ama yine de oynamaya devam eden mağrur fitbolcu tadında takılın, hayat beni hırpaladı ama evini öğrendim, anasının babasının koyunundan alıp dövdürecem inşallah diyin yok yok demeyin, hıyarlığın lüzumu yok...

neyse işte evde başkaları varken boğuşup güreşen mutlu mesut sevgili ayağına yatın, tenhada kıstırınca ağzına vurun bir tane, sevin onu, o çok değerli çünkü, sahip çıkın, o size vurmayı biliyo, siz de vurun, parke ya da mermer gibi kaygan zemin bulduğunuz mu affetmeyin, yaradana sığının, kayarak müdahele dediğimiz fitbolcu hareketi yapın, ikiniz de yere düşmüş olursunuz, kızmasına imkan vermeden öpün onu, tansiyonu düşürün...
aşkınızı bol bol geziye felan çıkarın, uzağa götürün, öyle evinizin dibinde takılmayın, ebe başından ayrılın, deplasmana gidin, ''bağırmayan taraftar s.ktirsin gitsin'' ilkesini uygulayın, istediği yerlere tıpış tıpış gidin, onu sevin, saçını okşayın, ''boya mı bu balyaj mı, meç mi, poştiş mi'' falan diye karı kız ortamına emek verdiğiniz belli edin, ona değer verdiğ.. tamam, bahsettim bundan önceleri, hatırlıyom, beni dinliyonuz mu diye kontrol ediyom arada, konudan konuya atlarım ama dinlemezseniz son atladığım konudan ağzınıza tekmeyle atlarım, şakaya gelmem, yanlışı sevmem, hatayı kabul etmem, Sıtriit Faytır gibi korunurum, şu kadar canım gider, içmeyin şu sigarayı, yeni söndürdünüz daha, haa, mesela trip atacağınız zaman siz'li biz'li konuşun, mesafeyi hissettirin, hissetmezse önündekinin omzuna elinizi koyun, lise beden dersindeki gibi mesafeye bakın, adamın tepesinin tasını veya tasının tepesini attırmayın, misal işte böyle olmayın, kararlı olun, kararsız olmayın, böyle de olmayın, az önce dediğim iki şey de aynı anlama geliyor çünkü, ilişkide hep erkek olduğunuzu ama arada mutfakta yemek yapabileceğinizi belli edin, yatağına kahvaltı götürün, öküz gibi sucuklu yumurta, dünkü bayat ekmeğin kızarmışını, zeytin, koyun peyniri değil, böyle benim de bilmediğim entel kahvaltı portakal suyu kızarmış o Uno ekmeklerden koyun, küçük vazoda çiçike de götürün, haa, çiçek alın, çiçek verin, hisli ve kırılganmış gibi yapın, boş bulunduğu anda ''bugün cuma enseyi kapa'' diyip ense köküne kapatın bir tane, ilişkinizde sense of hümur varmış gibi zannetsin, komikliğin ingilizcesi demek bu, sevin onu, gıdıklayın aşırıya kaçmadan... dur lan başka bişi anlatıyodum ben, ne diyodum, hah bak hatırladım, uzak yerlere götürün, arabanız varmış ama kullanmıyormuş gibi yapın, toplu taşıma ve halktan biriyim ayağına yatın, gerçi bunu yutan aşklar piyasadan toplatıldı ama bir ihtimal yiyebilir, günü birlik şehir stresinden kaçın, teleferik çok matah biryermiş izlenimi verin ve oraya götürün, kırsal ortamda öpüşmeyin, hanzolar saldırabilir, kutu bira içmeyin, şişe içerseniz sağa sola atmayın, sizin de bir hanzo olduğunuzu fark edebilir, ederse hemen başka bir köşeye taş atın, hışıltıyı duyup oraya döndüğünde artis gibi 'merak etme, ben kontrol ederim' diyip oraya gidin, çiçek toplayıp dönün, öküz gibi papatya veya o s.kimsonik sarı kır çiçeklerinden toplamayın, vejeteryan ise enginar, vejataryan ise anginar toplayın, hehehe, arada şakalar yapıyom ki dikkatinizi kaybetmeyin, çok çakalım lan, çakallık yapın arada...


arada tuzak sorular sorun, 'uzayda yanlız mıyız bebeğim' diyin, muhabbete hemen atlarsa geri çekilin, geyikçi bir aşk ile ömür geçmez lakin, evine gidin, evinde Sızıntı, Zaman gastası falan varsa taktik değiştirin, bildiğiniz duaları söyleyin, Alamanya'da dinci akrabalarınız olduğunu atın, cemaatten tanıdıklarınız olduğu izlenimi verin, ayrılmak isterse yiyeceği dayağı, toplayabileceğiniz azılı müminlerin sayısı eşliğinde verilenleri yerlerine yazarak parabol ile anlatın (25 puan). Dinci felan değillerse olayı sosyalizme komünizme getirin, orada da geyikçi olduğunu ele verecektir aşkınız ama bu konu çok tehlikelidir, keza sizin de azılı bir geyikçi olduğunuz çakozlanabilir, ayaklarını gıdıklayın onun, sarılın, yemek ısmarlayın, çok salata yenen yerlere götürün, karnını doyurun sırtını pekiştirin, gazını çıkarın, ben seni böyle sevdim deyin, aşk ve sevgi arasındaki farkı biliyormuş gibi yapın, en önce saygı imajı verin, ıslak ıslak bakmayın, homo gibi yanınızda peçete, ıslak mendil, parfüm, ağrı kesici, eteğinin altına bakmak için ayna falan taşıyın, çakozlanmadan yerli malı kullanmaya çalıştığınızı ima edin, kola turka için, pepsi felan midemi yakıyor imajı verin, burger king yiyin, herkes yiyor nasılsa ayağına yatın, yatmayın kalkın, üşütmeyin, yerler soğuk hep...


bu kadar taktiğe, öğüte kulak verin, azıcık beni dinleyin, tecrübelerimi paylaşıyom sizle, ben yiyeceğimi yedim, sizi düşünüyom, ayı oynamıyor burada, mutlak suretle ve mümkün mertebe sevin onu, kaybetmeyin onu, kaybolursa çaldırın, geri aramazsa arayın, gurur yapmayın, giden kontör olsun yerine konur nasılsa, ödemeli arama yapmayın, kontörünüz yoksa aramayın hiç, fakri olduğunuzu belli etmeyin, haa yazının sonuna gelmişiz, tamam, amma dalmışız ha, oo saat de geç olmuş, hanımdan paparayı yicez şimdi, heh, paparasını yiyin, ekmek banarken seviyormuş gibi yapın...







sürç-ü lisan ettiysem affola lakin bu furyanın başlayacağından Noyan ''the Serhat'' Sağlam karşimin kendisi de haberdar ama yazmaya başladığımdan beri tutamadım kendimi, çok komikmiş lan bu, mümkün olduğunca Noyan'ın blog üslubuyla yazmaya devam edeceğim lakin yazılanların gerçekle ilgisi yoktur, tamamen uydurmasyondur, yazı içindeki tutarsızlıklar falan da bunun kanıtıdır, olsa bile her hakkı saklıdır, izinsiz çoğalamaz, üreyemez, babası s.ker belasını sonra...

19 Aralık 2008 Cuma

ne ettin be George?

-ne ettin be hacı emmi, George Clooney? pantul ve çorap arasından çıkan beyaz kıllı deri sana yakışır mı be...


gördüğünüz kare, geçen gün izlediğim Burn After Reading filminden... en sevdiğim film türü olan kara komedinin başarılı yönetmenleri Coen Biraderler'in 2008 yapımı ve daha sinemalarımıza (bizim) gelmemiş olan Brad Pitt, George Clooney, John Malkovich ve Tilda Swinton'un başrolde oynadığı, beğenimi fazlasıyla kazanmış, işler sarpardıkça mizahın ağır bastığı bir yapıt... Herkese tavsiye etmekteyim lakin tüm oyuncuları geçtim, Brad Pitt gene döktürmüş, spor bağımlısı, yaş kemale ermiş ama hala bisikletten vazgeçmemiş adamlardan birini canlandırmakta, herife gülmemek ve oyunculuğunu beğenmemek elde değil, Angelina'yı hakediyor bence, hiç kıskanmayın...

15 Aralık 2008 Pazartesi

Strogg Muamelesi


Quake 4'ü pek beğenerek oynadığımı söyleyemem lakin konu ve atmosfer bakımından Quake 2'ye yaklaşmış diyebiliriz; en belirgin özeliiklerinden biri de oyundaki az da olsa orjinallik barındıran fikirler; işte Goliath, tank falan kullanmanın yanında oyunun ortasında Macron'a esir düşüp vücudumuzu kesip parçalayıp bir strogg yani android yapmaları...

İlk oynaşımda haberim yoktu tabii, tüh lan öldüm zannedip durdum, ancak bir de baktım ki gözlerimi açtığımda ellerim bağlı bir şekilde bantta ilerliyorum, önümdeki esir askere işkenceden bozma medikal işlemler yapıyorlar, kolunu bacağını kesiyorlar, en sonunda da beyninin ortasında bir çip yerleştiriyorlar ve tamamiyle bir strogg'a dönüştürüyorlardı, o kadar gerildim ki ilk seferinde, sıramı beklerken sinirlerim bozuldu...

Neyse işte, tam çip yerleştirilecekken takım elemanlarım gelip kurtardı beni sağolsunlar, hele içlerinde Strauss diye bir tech var, aynı Canır, anlatacam sonra; onlarla beraber kapışmaya devam... Tabii tek beğendiğim fikir bu maalesef oyunda... 2006'nın oyunu hakkında 3 sene sonra yorum yazmam da bambaşka tabii, gerçi bu aralar kolaja sardım, habire ss alıp kolaj yapıyorum, dizi olsun, film olsun, oyun olsun, fotoğraf olsun...

Benden ayrılmayın...

13 Aralık 2008 Cumartesi

saç spreyi ve çakmak



severek ve gülerek izlediğim My Name is Earl'den aldığım bir kaç screenshot ile yaptığım kolaj; bu sahneye gerçekten çok gülmüştüm lan gece gece...
Saç spreyi ve çakmakla eğlenebileceğin en gaygantik aktivite bu olsa gerek...

11 Aralık 2008 Perşembe

Foça'ya kaçızlıyee...

Şirketten arkadaşlarla, şehrin stresinden ufak da olsa bir kaçamak yapıp kendimi Foça'ya atıyorum perşembe, cuma ve cumartesi günleri; umarım blogumun sıkı takipçisi olan hayranlarım kendini çok üzmez bu kısa ayrılıkta lakin en kısa sürede şehire dönüp s.kimsonik yazılarımla aklınızı almaya devam edeceğim...


Foça - Kartdere adası, Ağustos 2005

Hehehehe, şaka lan şaka, Başar ve Sege ayılarıyla Marmara bira içip Filiz makarna yemeğe gidiyoruz Allah'ın soğuğunda, 3 erkek aynı yatakta yatıp yıllık öğrenci evi fiyasko ihtiyacımı karşılayacağım, geri döndüğümde de ''çok eğlendik abii...'' diye 1'e 5 katıp anlatacağım; just stay with salıcaks!



10 Aralık 2008 Çarşamba

Quake 4

sıkıntıdan ve oyunsuzluktan yine başladım bugün itibariyle, Canır karşim sağolasun, gitmeden önce orjinal dvd'sini vermişti, çatır çatır oynuyorum, her öldürdüğüm strogg için de ''Canır da olsa böyle sıkardı gafalarına'' diye içimden geçiriyorum...


aslında çok da sıkıntıdan değil, oyun eğlenceli, biraz cıvık ama yine de kendini kurtarıyor diye düşünüyorum... sonuçta Quake efsanesinin 4. ayağı, Quake 2'nin devrim sayılan iskelet modellemesi, atmosferi, müzikleri, Quake 3'ün oynanabilirliği, eğlencesi, internet cafeleri dolduruşunun ardından tabii ki de esamesi okunmadı efsanenin 4. ayağının ama gene de Doom 3 tadında uzun ve karanlık kordiorlara geri götürebildi bizi, hele ki railgun ve nailgun ile tekrar kavuşabildik, insan mezbahası strogg facilityleri basıp kanımız donarak da olsa çift çekilmiş kıymaya çevirebildik ipne stroggları...


9 Aralık 2008 Salı

Fantezinin Kahramanları


1. Gandalf
2. Barbar Conan
3. Drizzt Do'Urden ve yoldaşı kara panter Guenhwyvar
4. Albino Kral Melniboné'lu Elric
5. Kral Arthur ve Excalibur
6. Robin Hood

Efsanevi fantezi illüstratüfff yani çizeri Larry Elmore'un bir çizimi...
Fantezi kültüründeki en önde gelen kahramanlar bunlar ancak albino kral Elric ne arıyor orada, bir türlü idrak edemedim, hiç hazetmem ibneden...


8 Aralık 2008 Pazartesi

gece tıkınması...

her bayram olduğu gibi eve zibil gibi yağan misafirler için, biricik anne gene akşamdan hazır etti tüm yemekleri, pastayı, böreği falan ve sabah bayram namazına gidecek olan ve evdeki en büyük yırtıcı ve avcı olan oğlunun mışıl mışıl uyuduğunu zannederek uykusuna daldı an itibariyle (pazartesi sabahı 01:55) ...



ancak yanıldığı bir nokta vardı; mutlu yuvasındaki besin zincirinin en üstündeki güçlü ve atik avcı uyumuyordu ve koridorun en ucundaki yuvasının ağzında avlanmak için bekliyordu; anne uyur uyumaz gecenin karanlığından bile sessizce ve usulca süzüldü mutfağa; demlenmesi için bırakılan ve biraz sonra ölümün sıcak ve beklerken sigara içmiş nefesini tadacaklarından habersiz enginar dolması, yaprak ve lahana sarmasının yanında beliriverdi, işini sağlama almak için ışığı bile açmadı, evdeki her sese uyanan muhabbet kuşu 'Yakup' bile duymamıştı bu yağmacının içindeki vahşi hislerin dışarıya çıkarttığı hayvansal hırlamaları...



Başına geleceklerden habersiz dedik ancak bu evde vakt-i zamanında can vermiş tüm gıdalar gibi, güçlü avcının en sevdiği avlardan olan yaprak sarması bile kaçınılmaz son ile karşılaşacağını bilmekteydi; belki bir iç güdü, belki yan tenceredeki lahana sarmasından gelen sonradan edinilmiş bilgi, bunu bilemeyiz ama ister pişer pişmez gizlice, ister misafir evdeyken (*) ister de misafirden sonra tabaklarda yarım bırakılmış halde bile olsalar avcı tarafından icablarına bakılacaktı...



Demlenme prosesinde temel fizikten yararlanmak için serin balkona bırakılmış, üzerindeki ağırlık ve ters çevrilmiş tabak ile kısmi basınç içinde yavaşça azalan sıcaklık ile hem tazeliği muhafaza edilen hem de kendi suyu ve sıcağı içinde kıvamı ve tadından birşey kaybetmeyerek, halk arasındaki deyim ile 'ağızda dağılıyor' seviyesine yükselmekte olan yaprak sarmaları, seçkin bayram ziyaretçilerinin ağızlarını tatlandıracaklarını düşünürken, açılan bir tencere kapağının sesi, artan bir serinlik ve ışık fark ettiler, en sonunda ise üzerlerindeki ters tabak kalktı ve onu gördüler; ''aman Allah'ım'' dedi içlerinden bir tanesi, 'bizi buldu...'' lafına devam edemedi, hepsi birden üzerinden sanki hiç çıkarmadığını düşündükleri eski siyah tişörtüne ve hiç yakışmamış olan kısa saçlarına bakakaldılar, kelimeler kifayetsizdi, hisler kifayetsizdi, lanet olsun düşünceler bile kifayetsizdi artık; tıpkı ölüme, ona gülümseyebilecek kadar yaklaşmış bir mangal sonrası soğumasın diye kapalı tutulan bir köfte gibi hissettiler, efsanelerdeki kahramanlık marşlarına inanmaya başladılar, bahsi geçen güçlü avcı bir arkadaşında kaldığı, akşam yemeğine gelmedi ve yenilmedi diye dolapta 3 gün bekleyerek çöpe atılarak özgürlüğünü kazanan lahana sarmaları gibi mutsuz ama uzun bir hayat süremeyeceklerdi, onlar avcıdan kaçamamışlardı...

Son hissettikleri şey, ''ölümün, beklerken sigara içmiş sıcak nefesiydi...''

--- O ---


o değil de, ne acıkmışım be bilader...

2 Aralık 2008 Salı

tahıl ambarı Norveç ovası

Gelişmiş ülkelere imrenerek bakan az gelişmiş bir ülkeyiz, bu nedenle dibimizdeki Avrupa'da olan bitenlere şaşırıp kalıyoruz komple millet olarak; ancak bazen öyle haberler geliyor ki, muasır medeniyetlerden geride olmamızın mı yoksa hakikatten s.kimsonik iş olduğu için mi şaşırıyoruz, tam emin olamıyorum...

İşte o olaylardan biri; sanki sayıyla verilmiş gibi boş beleş iş peşinde koşmaktan sıkılmayan Norveç'li bilim adamları, ''Dünya üzerindeki çoğu tohum türünü, buzulların arasında 9 milyon dolara mal olmuş özel ve dev bir ambarda saklamaya başlamış''; amaçları ise Dünya'da baş gösterebilecek (ne başıysa o artık) kıtlık hatta kıyamet için tekrar ekilip yetiştirilebilecek bitkilerin tohumlarını, genetiği bozulmadan saklayabilmek. Orjinal ismi de ''Doomsday Seed Vault''muş, ulan bilim kurgu filmi falan olsa süper fikir de, bir kriz gördünüz, tutuştu kıçınız hemen be, 9 milyon dolar az para galiba bu heriflere... Neyse konuyu uzatmadan hemen görsel öğelere başvurup pekiştiriyoruz olayımızı;





ahanda bir de link vereyim: http://news.bbc.co.uk/1/hi/sci/tech/6335899.stm